Ramazan ayı gelip çattığında çoğumuzun aklına ilk gelen şey yemek düzenimizin değişmesi oluyor.
Aç kalmak, susuz kalmak, iftara kadar sabretmek… Peki oruç tutmak sadece bunlardan mı ibaret?
Oruç, elbette midemizi dinlendirmek ama aslında kalbimizi ve ruhumuzu da beslemek demek. Günlük telaş içinde belki fark edemediğimiz küçük nimetleri yeniden hatırlamak, sabrı iliklerimize kadar hissetmek ve en önemlisi paylaşmanın ne demek olduğunu anlamak…
Düşünün, sahurda bir lokma ekmek yerken, iftarda bir yudum suyu içtiğinizde yaşadığınız huzuru… İşte bu, her şeyin kıymetini yeniden fark etmemiz için bir fırsat. Gün içinde “Açım, susadım” derken, belki de her gün böyle yaşayan insanları bir anlığına daha iyi anlıyoruz. Oruç, empati yapabilmenin en güzel hali değil mi?
Bir de işin manevi tarafı var… Oruç sadece yemekten içmekten uzak durmak değil; kötü sözlerden, kırıcı davranışlardan, sabırsızlıktan da uzak durmayı öğretir bize. Kendi nefsimize hâkim olmayı, irademizi güçlendirmeyi sağlar. Günlük koşturmacada belki de en çok unuttuğumuz şeylerden biri değil mi bu?
Ramazan, sadece aç kalmak değil; kendimizi yeniden inşa etmek için bir fırsat. Ruhumuzu arındırmak, sevdiklerimize daha sıkı sarılmak, kalbimizi güzelleştirmek için bir vesile… Belki de bu yüzden iftar sofralarında sadece yemekler değil, muhabbetler de bereketleniyor.
Oruç bize sabrı, şükrü ve paylaşmayı öğretir. Bir ay boyunca bunu en derin şekilde hissederiz. Peki ya sonrası? İşte asıl mesele burada… Ramazan’dan öğrendiklerimizi tüm yıla yayabiliyor muyuz? Eğer bunu başarabilirsek, işte o zaman orucun ruhunu gerçekten anlamış oluruz.
Ne dersiniz, bu Ramazan sadece aç kalmayalım, kalbimizi de doyuralım mı?