Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Nisan ayı meclis toplantısında ikinci kez konuşan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt şu ifadeleri kullandı;
“Cumhuriyet Halk Partisi’yle ilgili bazı iddialar ve suçlamalar olunca cevap vermek durumunda olduğumu vurgulayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Bağımsız yargı, Türkiye’de bizim en çok istediğimiz ya da en çok önemsediğimiz konulardan biridir. Ne yazık ki Türkiye’de yargı şu anda bağımsız değil.
Bunu herkesin bildiği ve açıkça kabul ettiğini görmemiz gerekir.
Özellikle 19 Mart’tan itibaren gelişen olaylara baktığımızda, merkezi bir yerden kurgulandığı net bir biçimde ortadadır.
Yargılama her şekilde yapılabilir. Herkes yargılanabilir. Hiçbir itirazımız yok.
Ekrem İmamoğlu da yargılanabilir, Recep Tayyip Erdoğan da yargılanabilir. Çünkü yargı hepimizin başının tacıdır.
Ekrem İmamoğlu aleyhine açılmış 4-5 tane dava var. O davalarda nasıl yargılanıyorsa, 19 Mart sürecinden sonra da öyle yargılanabilir.
Ama Türkiye’de bir kişiyi tutup içeri atacaksınız, “Suçluluğunuzu siz ispat edin” diyeceksiniz. Ne kadar zamanda? Osman Kavala 8 yıldır tutuklu. Demirtaş 7,5 yıldır içeride. Gezi davası sanıkları da uzun bir süredir cezaevinde.
Türkiye’de yargının en büyük sorunu, uzun süreli tutukluluktur. Oysa tutuklama esas değil, zorunluluktan kaynaklanan bir tedbirdir.
Ekrem İmamoğlu gibi, 16 milyonun oyuyla seçilmiş bir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın kaçma ihtimali yoktur.
Bu ülkeyi terk etmesi söz konusu değildir. Kaldı ki, 15,5 milyon insan “Benim cumhurbaşkanı adayım sensin” demişse, o kişinin Türkiye’yi terk etmesi ihtimal dahi değildir.
Ama siz kalkıp “kaçabilir” imasında bulunacaksınız, sonra da diyeceksiniz ki “Yargı bağımsız, rahat rahat cumhurbaşkanı adayı olabilir.” Böyle bir şey söz konusu olamaz. Biz eşit şartlarda ve adil yargılama istiyoruz. Cumhurbaşkanı adayımız hakkında açılan davaları inceledim. Dosyalarda somut bir suç delili ne yazık ki yok. Şu anda delil aramaya çalışıyorlar. Karartılacak bir delil de yok. Zira bu belgeler tamamen evraklardan oluşuyor. Evrakın kaybolması söz konusu değil.
Türkiye’de belediyelerin yüzde 90’ı EBS sistemine geçmiş durumda. Tüm bilgiler elektronik ortamda kayıtlı. Değiştirilmesi ya da kaybolması mümkün değil. Bu nedenle, söz konusu durum tutuklamayı gerektirmez.
Biz yargıya güvenmiyoruz. Çünkü geçmiş uygulamalar göstermiştir ki İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı özel olarak görevlendirilerek İstanbul’a gönderilmiş ve amacı, Cumhuriyet Halk Partili belediyeleri mahkum ettirmek olmuştur.
Bu nedenle itiraz ediyoruz. Gençlerin sokağa çıkartılması bizim işimiz değil. Gençler, hukuk güvenliği ortadan kalktığı için sokağa çıktı.
İstanbul Üniversitesi’nde yetkisi olmayan bir kurul, fakülte kurulunun yerine geçerek bir diplomayı iptal etti.
30 küsur yıl önce alınmış bir diploma, 30 küsur yıl sonra iptal edildi.
Eğer devletin kayıtlarına, imzalarına güvenmeyeceksek neye güveneceğiz?
Bir yanlışlık varsa, o yanlışı yapan fakültedir. Ekrem İmamoğlu değildir. O 50 kişi de değildir.
Fakülte kurulunun diplomayı iptal etmeyi reddetmesi üzerine üniversite kurulu bunu yaptı.
Hepiniz üniversitede okudunuz. Hanginiz dört ya da beş yıl boyunca rektörlükle doğrudan muhatap oldunuz? Rektörle öğrencinin bir ilişkisi yoktur.
Kararlar fakültelerde alınır, uygulanır. İtiraz olursa rektörlüğe ya da mahkemeye gidilir.
Bu nedenle bu sözlerle insanları rencide etmeye çalışmak doğru değil.
Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni hiçbir yere şikayet etmiyoruz. Türkiye’nin yaptığı yanlışları dile getiriyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti adına “Canımız ne isterse yaparız” diyemezsiniz. Kurallar var, hukuk var, uluslararası ilişkiler var.
Eğer bunlara rağmen “Ben keyfimce yaptım, oldu” derseniz; biz de tıpkı 15 Temmuz’da müttefiklerimize anlattığımız gibi yine anlatırız. Bu gayet doğaldır.
Boykot, insanların tercihidir. Anayasal bir haktır. İster bu markayı alırım, ister almam. Hiç kimse beni buna zorlayamaz.
Dolayısıyla Türkiye’de yapılan boykotları “yerli ve milli” gibi ifadelerle temellendirmeyin. Bu markaların hangisi yerli?
Doğuş Grubu’nun sattığı markaların hangisi yerli? O kafelerin hangisi yerli? Eğer çok kurcalarsanız, Ahmet Dönmez Bey onlara da bir baksın, çoğunun İsrail menşeili olduğunu görürsünüz.
Bu konularda halk ile güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmek doğru değil.
Anayasa açıkça diyor ki, herkes önceden izin almaksızın gösteri ve yürüyüş yapabilir, düşüncesini açıklayabilir.
Polisin görevi, bu gösteriyi yapanları ve düşüncesini açıklayanları korumaktır. Onlara saldırmak değil.
Yoksa polis saldırır, karşı taraf da karşılık verir, kaos çıkar.
Bu durumun da yanlış yorumlandığını düşünüyoruz.
Suriye meselesinde söylediklerinizin ise tamamı yanlış.
Suriye’de kaosun sebebi oldunuz. Türkiye’nin şu anda Suriye’de hiçbir fonksiyonu yok.
Daha dün Antalya’daki forumda bir Amerikalı bilim insanının söylediklerini dinleyin. Suriye meselesi tamamen CIA tarafından organize edilmiştir.
Eğer Türkiye bu konuda kahramanlık yapıyorsa, CIA’ye aparat olmuştur. Bu Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmaz.
Türkiye’nin dış politikası iflas etmiştir.
“Aksakallılar” grubunun başına getirdiğiniz Binali Yıldırım’ın liderliğindeki o grubun üç üyesi, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmen tanıdı, büyükelçi atadı.
Dünya, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyacaktı, elçilik açacaktı. “Aksakallılar” grubu bunun için oluşturuldu.
Ama Binali Yıldırım Bey onu da çözemedi. Bu nedenle dış politikada da tükendiler, iç politikada da tükendiler. Artık istenmiyorlar. Sandığı önümüze getirsinler. Adayımızı da yanımıza istiyoruz.”