Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Nisan ayı meclis toplantısında konuşan Sarıcakaya Belediye Başkanı Ahmet Dönmez şu ifadeleri kullandı;
“Öncelikle, biz siyasilere düşen en önemli görevlerin başında, vatandaşlarımızı ve ülkemizi sağlıklı ve doğru bilgiyle bilgilendirmek gelir.
Ben de bu görevi yerine getirmek amacıyla söz almış bulunuyorum.
Daha önceki oturumlarımızda, gereksiz bir şekilde, “Sizin grubunuzda da hukukçu var” dendi. Şu anda sizin grubunuzda 3 tane hukukçu var. Eğer yanlış biliyorsam, düzeltin lütfen.
Şimdi, hepimizin hatırlayacağı üzere, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
Birkaç ay önceki meclis toplantımızda, Sarıcakaya’daki bir maden ocağıyla ilgili “ÇED raporu gerekli değildir” ibaresi idare mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Bu karar size iletildiğinde, “Hakimler var” dediniz.
Biz de diyoruz ki: Hiçbir hâkim ya da savcının, bizim onları savunmamıza ihtiyacı yoktur.
Ancak ben, 27 yıl bu mesleği yapmış biri olarak söylüyorum: Hangi iktidar dönemi olursa olsun – CHP dönemi de dahil, AK Parti dönemi de, DSP dönemi de – bir kez bile bana “Şu dosyayı şöyle hallet” şeklinde bir talimat gelmedi.
Ama şimdi, sanki Sayın Cumhurbaşkanımızın başka işi gücü yokmuş gibi, telefonu kaldırıp İstanbul Başsavcısı’na “Yarın Ekrem İmamoğlu’nu al” dediği iddia ediliyor.
Oysa Sayın Cumhurbaşkanımız, Antalya’da düzenlenen Diplomasi Forumu’nda, 35 milyon yolcu kapasiteli bir havalimanını 82 milyona çıkarmaya çalışıyor.
Dolayısıyla bu iddiaların hiçbirisini kabul edebilmek mümkün değildir.
Hepimiz avukatlık da yaptık. Kanunları biliyoruz.
Dün Ekrem Başkan’ın sosyal medyada bir paylaşımını gördüm. “Hâkimler dilsiz” diyordu.
Evet, hâkimler dilsizdir. Hâkimler, sadece kararlarıyla konuşur. Dışarıdaki kalabalıklar ne kadar çok olursa olsun, hâkimlerden beklenen; tarafsız bir şekilde, sadece dosya içeriğine bakarak karar vermeleridir.
Ne yazık ki toplumda şöyle bir algı oluşturuluyor: “Bir yerlerden talimat geliyor, ona göre birileri tutuklanıyor, mal varlıklarına el konuluyor.”
Hâkim ve savcıları bu kadar baskı altında bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. Sayın Cumhurbaşkanımızı da aynı şekilde zan altında bırakmaya kimsenin hakkı yoktur.
İşimize geldiğinde “Ankara’daki hâkimler” sözünü çok duyduk. Bu işi işimize geldiği gibi değerlendiremeyiz.
Bırakalım yargı kendi süreci içerisinde tamamlasın.
Bunun istinaf aşaması var, Yargıtay aşaması var. Sonrasında biliyorsunuz, MİS (Mağduriyetin İncelenmesi Süreci) aşaması getirildi. Daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süreci de var.
Yargıyı kendi hâline bırakmayıp, dışarıda kalabalıklar toplayarak halkı galeyana getirmeye çalışmak doğru değil. Biz masumiyet karinesine sonuna kadar inanıyoruz. Bir dosyanın tutuklu devam etmesi, o kişinin mahkûm olacağı anlamına gelmez.
Neden yargının işini yapmasına müsaade etmiyoruz? Neden illa bir yerlerden talimat alındığı sonucuna varmak istiyoruz? Neden insanları bu yönde ikna etmeye çalışıyoruz? Gençleri sokağa dökmeye çalışıyoruz?
Bu gençler, üniversite amfilerinde olmaları gereken yaşlarda sokaklardalar.
Bu, tutarlı bir yaklaşım değildir.
Gençlerimizi doğruya, güzele; devlete ve millete sahip çıkmaya yönlendirmemiz gerekir. Birilerini zor durumda bırakmak adına “Oradan talimat geldi, buradan geldi” demek, doğru değildir.
Ben o kutsal mesleği yapmış bir kardeşiniz olarak söylüyorum: Hâkimlik ve savcılık böyle bir meslek değildir.
Hiç kimse şerefini bu şekilde ayaklar altına almaz.
Ben onlara güveniyorum.
Hepimize düşen görev, işimizi layıkıyla yerine getirmektir.
O insanları rahat bırakalım.
Eğer biz yargılamalara bu şekilde anlamlar yüklemeye devam edersek, inanıyorum ki günün birinde bu hukuk herkese lazım olacaktır.
O yüzden sağduyulu olalım. Yargının işini yapmasına izin verelim. Biz de sabırla bu süreci takip edelim. İnsanlarımızı doğru bilgilendirelim.”