Eskişehir… Kiminin kaçtığı, kiminin kaçıp geldiği, bir gün çöl sıcağı, bir gün buzul soğuğu ama her daim canlı bir şehir. Aralığın ortasında şehre çöken o yoğun sis, yağmur, kuru soğuk…
Eskişehir’de soğuk, yalnızca bir mevsim değil; adeta bir ruh hali, bir kimliktir. Kış ayları geldiğinde bu şehirde soğuk, tüm sokaklara, caddelere ve insanların yüreğine işler. Dışarıda yüzü kesen bir rüzgâr eserken, şehrin dört bir yanındaki kafelerde ellerini ısıtmak için tutulan çay bardakları, bu soğukla mücadeleye tanıklık eder.
Eskişehir’in soğuğu bir başkadır. Kimine göre serttir, acımasızdır. Ama dikkatli baktığınızda, bu soğuğun içinde bir samimiyet ve sıcaklık gizlidir. Soğuk havalarda tramvayda omuz omuza duran insanlar, birbirine açılan kapılar, sıcak bir çorba daveti... Tüm bunlar, soğuğun getirdiği dayanışmayı hatırlatır. Eskişehir’in soğuğu, insanları evlerine çekmekten çok bir araya getiren bir etkiye sahiptir.
Kentin en işlek yerlerinden biri olan Porsuk Çayı, kış aylarında bile güzelliğini kaybetmez, şehrin soğuğa meydan okuyan ruhunu temsil eder. Porsuk kenarında yürürken, soğuğun yüzünüzü yalayıp geçtiği anlarda bile, şehrin sessiz melodisini duyarsınız. Kışın ortasında donar Porsuk, bir de güneş açtı mı yüzünüze, yüreğinize yansır o ince buz kütlesinden gelen ışık. Bazen kendinizi sorgularsınız, şehri sorgularsınız. Sonra sert bir rüzgar eser, tüm benliğinizle Eskişehir’de olduğunuzu hatırlarsınız.
Eskişehir’in soğuğu, geçmişle bugünü, yalnızlıkla kalabalığı, acıyla umudu harmanlayan bir hikâye anlatır. Ve belki de bu yüzden, burada soğuk bir üşüme değil, bir kucaklama gibidir. Eskişehir, soğuğuyla insanı hem titretir hem de ısıtır.