Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş şu ifadeleri kullandı;

“Şaibeli kurultay” sözünü ilk kez kim söyledi? Ben bu ifadeyi ilk defa Sayın Cumhurbaşkanı’ndan duydum. Erdoğan, bazı konuşmalarında “Şaibeli kurultayla genel başkan olan” diyerek defalarca Özgür Bey’i hedef gösterdi. Bunu bizzat dinledim, izledim.

Peki, biz “şaibeli kurultay” soruşturmasını nasıl öğrendik? Bir sabah uyandık ve bir soruşturmayla karşı karşıya kaldık. Ama bunu ne zaman öğrendik? Cumhurbaşkanı’nın bu ifadeleri kullanmaya başlamasından günler, haftalar, belki aylar sonra… Şimdi, iki kelam eden kişilere, eleştiri yapanlara “yargıyı etkileme” suçlamasıyla soruşturma açanlara soruyorum: Eğer gerçekten ortada şaibeli bir kurultay varsa ve bu soruşturma gizli yürütülüyorsa, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bundan nasıl haberi oluyor? Öyle ya, hepimizin bilmemesi gereken bir soruşturmayı Cumhurbaşkanı nasıl öğrenebiliyor?

Hukuk herkesin üstündedir. “Herkes” derken, bu tanımın dışında Cumhurbaşkanı yok, değil mi? Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere hukuk herkesin üstündedir. Peki, hukukun nasıl işlediğine ve işleyeceğine hiç kimse müdahale edemezken, Sayın Cumhurbaşkanı bundan nasıl haberdar oluyor?

Türkiye’de eleştirmenin adı “Cumhurbaşkanına hakaret” olmuş. İtiraz etmenin, iktidarın yanlışlarını ortaya koymanın adı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” olmuş. Böyle bir şey olabilir mi? İktidarın hatalarını dile getiriyorsun, sana “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettin” diyorlar. Eleştiriyorsun, “Cumhurbaşkanına hakaret ettin” oluyor. Yanlış bir kararı konuşuyorsun, “yargıyı etkilemiş oluyorsun.” Her şeye bir etiket yapıştırmışlar. Sonra da çıkıp “hukuk devletiyiz” diyorlar.

Evet, elbette bir hukuk devletiyiz. Ama dünyadaki bütün devletler de kendilerini bir hukuk devleti olarak tanımlar. Hukukun olmadığı bir devlet yoktur. Devletin, şekli ne olursa olsun, bir hukuku vardır. Buradaki esas mesele, hukukun kimi öncelediği, kimi üstün gördüğüdür. Kimin çıkarına hizmet ettiğidir.

Bugün krallıkla yönetilen üç ülke saysak, onların da bir hukuku var. Kuzey Kore’de hukuk yok mu? Var. Kendilerine göre bir hukuk sistemleri var. Halkı memnun mu, değil mi, ayrı mesele. Suriye, savaş sonrası bir döneme giriyor, bir geçiş hükümetinden bahsediliyor. Orada da bir hukuk var mı? Var. Dünyanın her yerinde hukuk var.

Mesele, bir hukuk devleti olup olmamak değil. Mesele, hukuku gerçek anlamda yaşayan bir millet olabilmek. Ve ne yazık ki söylüyorum, biz şu anda hukukumuzu tam anlamıyla yaşayabildiğimizi düşünmüyoruz. Var mı aksini düşünen?

Muhalefet 23 yıldır hep haklı çıktı. Yine haklıyız. Biz haklı olduğumuz için itiraz ediyoruz. Ve öyle bir durum gelişti ki Türkiye’de hayretle bu manzarayı izliyorum. Gerçekten hayret ediyorum. Sanki muhalefet olarak biz, oturmuşuz ve sadece iktidara gıcıklık olsun diye siyaset yapıyoruz. İktidarı rahatsız etmek için muhalefet ediyoruz gibi bir algı var. Hayır! Biz bir şeylerin yanlış olduğunu gördüğümüz için muhalefet ediyoruz. Yanlışların düzelmesini istediğimiz için konuşuyoruz. İktidara gıcıklık olsun diye bunu yapmıyoruz. Ama olaylara bakış açıları şu: “Bunlar bize gıcıklık yapıyor, biz de onlara günlerini gösterelim!”

Adeta sosyal medyada ordular oluşturmuşlar. Küçük ilkokul sınıflarındaki “gıcık çocuklar” gibi hareket ediyorlar. Bugün başkan seçilmişler, tahtaya isim yazıyorlar, sonra da arkadan o isimleri soruşturuyorlar. “Niye tahtada ismin var?” diye hesap soruyorlar. “Hocam, bu beni haksız yere yazdı!” diye itiraz ediyorsun, ama dinleyen yok. Başkan olmuşlar, üstüne bir de kanaat önderi kesilmişler!

Sosyal medyada troller, televizyonlarda gazeteciler, siyasette eskiler ve yeniler… Öyle bir ortam oluşturdular ki başımıza “kanaat önderi” kesildiler. “Kanaat önderi” ifadesini özellikle tırnak içinde kullanıyorum. Peki, bu zihniyet yapısı nasıl bir şey? Konu Atatürk olunca Yunan’la aynı çizgiye geliyorlar. Konu Lozan olunca İngiliz’le aynı çizgiye giriyorlar. Konu Suriye olunca Yahudi’yle aynı noktada buluşuyorlar. Ama bir türlü Türk’le aynı çizgide değiller. Bir türlü Müslüman’ın yanında değiller ama Müslümanmış gibi kanaat önderliği yapıyorlar!

Bakın, size bir şey söyleyeyim. Bunu dinleyen herkese söylüyorum. Zannediyorsunuz ki susarsak, görmezden gelirsek, bu mesele kapanır. “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı denir” diye düşünüyor olabilirsiniz. Ama bu işler öyle geçiştirilmez. Sümen altı edilerek unutulmaz. Bu millet er ya da geç buna “Dur!” diyecek. Göreceksiniz, diyecek!

Şu an baskılanmaya, bastırılmaya, kimyası değiştirilmek istenen bir millet var. Ve ben bunu gülerek seyrediyorum. Böyle bir şey olabilir mi? Kim bu milletin kimyasıyla oynayabildi? Kim Türk milletini dönüştürebildi? Evet, bazı amaçları uğruna bize belli şeyleri yaptırmış olabilirler. Millet olarak konuşuyorum; bazı gerçekleri görmezden gelmemizi sağlamış olabilirler. Hatta bazı konularda algımızı yönlendirmiş, farkına varmamızı engellemiş olabilirler. Ama mesele gerçekten bam teline dokunduğunda, bu millete hiçbir şeyi sattıramazlar!

Ben hem iktidarı hem muhalefeti eleştiriyorum. Muhalefet ederken, sadece iktidara değil, muhalefetin kendisine de muhalefet ediyorum. Kimseyi birbirinden ayırmıyorum, adil davranıyorum. Çok adil davranıyorum. Ama sonra bir bakıyoruz, birileri “kurtarıcı” olarak öne sürülüyor. “Kurtarıcılarımız” varmış! Ya Ahmet, ya Mehmet! Ya Hasan, ya Hüseyin! Ya Ali, ya Veli! Hep aynı senaryo… Peki, neden sadece onlar kurtarıcı?”