Eğitim İş Eskişehir Şube Başkanı Fadime Arslan şu ifadeleri kullandı;
“8 Mart, dünya genelinde, emekçi kadınların sömürüye, baskıya ve eşitsizliğe karşı seslerini yükselttiği mücadele günüdür. 1910 yılında 2. Enternasyonal Kadın Konferansı'nda kabul edilmesiyle birlikte, 1977'de Birleşmiş Milletler tarafından resmen "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" ilan edilmiştir. Ancak, aradan geçen onca yıla rağmen, Türkiye'de kadınlar, eşitlik ve özgürlükleri için hala yoğun bir mücadele vermek zorunda kalmaktadır.
Son yıllarda, kadın hakları konusunda önemli gerilemeler yaşanmış, toplumsal cinsiyet eşitsizliği daha da derinleşmiştir. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme karan, kadın cinayetlerine karşı etkin bir politika geliştirilmemesi, nafaka ve velayet haklarında kadınların dezavantajlı duruma düşürülmesi, aile içi şiddeti önleyici politikaların yetersiz kalması ve laik eğitime yönelik saldırılar, bu gerilemenin başlıca göstergelerindendir.
Türkiye, kadına yönelik şiddet konusunda OECD ülkeleri arasında en kötü performansa sahip ülkelerden biridir. OECD verilerine göre, kadınların hayatlarında en az bir kez eş veya partner şiddetine maruz kalma oranı OECD ortalamasında %21,6 iken, Türkiye’de bu oran %38’dir. AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana öldürülen kadın sayısı 8 bin 500’ü aşmıştır. Bu acı tablo, kadınların can güvenliğini sağlayacak politikaların eksikliğini ve siyasi iktidarın sorumluluğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Kadın cinayetleri her geçen gün artarken, fail erkeklere uygulanan ceza indirimleri adaleti zedelemektedir. Kadınlar, yalnızca fiziksel şiddete değil, aynı zamanda psikolojik, ekonomik ve toplumsal baskılara da maruz kalmaktadır. Kadınların yaşam haklarını koruyacak caydırıcı yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi şarttır.
Kadınlar sadece aile içinde değil, iş hayatında da sömürüye ve ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Kadın işsizliği, erkeklere oranla çok daha yüksek olup, kadınlar aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden daha az ücret almaktadır. Toplumsal iş bölümü adı altında “kadının yeri evidir” söylemlerinin gelişmesi, kadınlara karşı işgücü piyasasında hem istihdam hem de ücret konusunda ayrımcılık yapılması ve erkeğin gelirine mahkûm edilmesi kadını yoksullaştırmaktadır.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 2022 yılı “Cinsiyet Eşitsizliği İndeksi” verilerine göre Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı %35,1 erkeklerin oranı ise %71,4’tür. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun en son açıkladığı “İşgücü İstatistikleri, Aralık,2024” verilerine göre ise işgücüne katılım erkeklerde %71,9 kadınlarda %36,6 olurken istihdam oranı erkeklerde %66,9 kadınlarda %32,4 olarak gerçekleşmiştir. Kadın emeğinin değerlendirilmesi, kadın istihdamını artıracak politikaların uygulanması gerekmektedir.
Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği ilkelerinin güçlendirilmesi, kız çocuklarının okullaşma oranını artıracak önlemler alınması gerekmektedir. 4+4+4 eğitim sistemiyle kız çocuklarının örgün eğitimin dışına itilmesi, erken yaşta evlendirilme ve çocuk işçiliğinin artmasına yol açmıştır. Ders kitaplarındaki cinsiyetçi ifadeler ortadan kaldırılmalı, eğitimde laik ve bilimsel yaklaşım benimsenmelidir.
Kadınların refah içinde eşit şartlarda özgür bir yaşam sürebilmesi, ekonomik ve sosyal hayata katılabilmesi için beklenti ve taleplerimiz:
İstanbul Sözleşmesi’ne acilen dönülmeli ve buna ek olarak kadın cinayetleri ile mücadele kapsamında caydırıcı yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Kadınların işyerinde, sokakta ve evde maruz kaldığı mobbing/baskı, taciz ve tecavüz vakalarının son bulması için önemli caydırıcı kararlar alınmalı ve uygulanmalıdır.
Kadın şiddetiyle mücadele ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına dair önyargıların ortadan kalkması, bilinç oluşturulabilmesi ve toplum olarak kalıcı çözüme ulaşılabilmesi için ilkokuldan itibaren çocuklara gereken biçimde eğitim verilmelidir.
Kız çocuklarının eğitim hakkından mahrum kalmasına ve küçük yaşta evlendirilmesine asla izin verilmemelidir. “Eşit işe eşit ücret” maddesine bağlı olarak ekonomik hayatta yalnızca cinsiyet farkından kaynaklı olarak kadınların maruz bırakıldığı ücret eşitsizliğine son verilmelidir.
Kadınların annelik, hamilelik ve evli olma durumları istihdam edilmeme gerekçesi olarak görülmemeli, işverenin bu ayrımcı tavrını ortadan kaldırmaya yönelik düzenleyici kararlar alınmalıdır.
Kadınların toplumun her alanında aktif olabilmesi için devlet yeterli sayıda kreş imkânı sunmalı ve annelerin topluma her anlamda katılımına destek olmalıdır.
Statü ve ünvanların patriyarkanın tekelinde olmadığı, kadınların çoğu işkolunda ve pozisyonda yer almasını önündeki engelleri kaldırmaya dair düzenlemeler yapılmalı, ayrımcılığa son verilmelidir.
Kadınların iş hayatından uzak kalma süresinin kısaltılması için bebeğin beslenme konusunda anneye olan bağlılığı bittiği anda çocukların kreş yaşı gelene kadar erkekler de sürece dahil edilmeli yani sadece annelik izni değil babalık izniyle günün yarısında kadınlara diğer yarısında ise erkeklere izin verilmeli ve böylece kadınların da iş hayatında uzmanlaşmasının önü açılmalı, haklı rekabet sağlanmalıdır.
Siyasi hayatta kadın temsili arttırılmalı, bunun için siyasi partilerde kadın sayısına yönelik kota uygulamasına gidilmeli, sadece “Aile ve Sosyal Politikalar” bakanı değil diğer bakanlıklarda da kadınlar bulunmalı ve bu yolla “Kadından yönetici olmaz” fikrine son verilmelidir.
Gerçek bir demokrasi, ancak kadın ve erkek eşitliğinin sağlanmasıyla mümkün olabilir. Kadınların yaşamın her alanında eşit haklara sahip olduğu, şiddetin ve ayrımcılığın son bulduğu bir dünya için mücadelemiz sürecektir. Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.”